

Kurbağalıdere İllüstrasyonu, 1600’ (R. Sertaç Kayserilioğlu arşivi)
Kadıköy… Körler Ülkesi… Ama gelin görün ki; “kör” kelimesi acaba kimlere daha çok yakışmakta? Bundan takriben 2500 sene evvel o güzellikleri keşfedip, yaşayacak en güzel yer olarak Chalkedonia/Kadıköy yakasını seçip yerleşenlere mi? Yoksa o yemyeşil çayırlar üzerine kat ve kat beton yığınlar dikerek, adeta yeni bir Truva yaratmakta olan bizlere mi..?
Okul sıralarında iken, Truva Harabeleri’nin üst üste yığılmış dokuz şehirden oluştuğunu okuturlardı da, pek inanasım gelmezdi. Oysa şimdi, 1900 – 1950 yılları arasındaki geniş kartpostal koleksiyonum içinde asılları ile yer alan ve şimdilerde internet ekranlarından paylaşılan o güzelim İstanbul fotoğraflarına bakıp da, 50’li yıllardaki o çocukluk Kadıköy’ümün üzerinde böylesi bir kentin yükseldiğini gördükçe, artık Truva’nın da gerçek olduğundan yana hiç kuşkum kalmadı.
Kadıköy’ün herkesçe bilinen tarihidir; Dorlar’ın işgali ile Yunanistan’ı terk etmek zorunda kalan bir grup Megara’lı, kendilerine yerleşecek yeni bir yöre arar… Âlim ve kâhinlerin yaptıkları araştırmalar sonunda da, yeni yerleşim yerleri ile ilgili kararı “-Körler Ülkesi’nin karşısında olacak! ” diye vererek yola koyulurlar ve de Sarayburnu’na kadar gelirler (İÖ. 658). Bir bakarlar; bu tarihten yaklaşık 15 yıl kadar önce Korent’ten ayrılarak İstanbul’a gelen bir başka grup Megara’lı, yerleşecek ve yaşayacak en güzel yer olarak Anadolu Yakası’nı seçmiş, yemyeşil güzelim kıyılarını ve yanındaki Chalkedon Çayı (Bülbülderesi-Kurbağalıdere) adını verdikleri pırıl pırıl akarsuyunu görerek, Kalamış (Kalamisia) ve Fenerbahçe (Heraion) ’ye yerleşmiştir.
Ancak, Sarayburnu’na gelerek buraya yerleşmeye karar veren Megara’lıların lideri Byzas ise, kendilerinden önce gelip de eşşiz güzellikte olan bu karşı kıyıya yerleşen yerleşim sahiplerine uzaktan acıyarak bakar ve kehaneti edilen yerin kesin burası olduğuna inanır. Zira; Kalamış ve Fenerbahçe, yerleşilecek yer olmaktan önce, aslında uzaktan seyredilecek güzellikte olan bir yerdir. Burada oturanlar ise, o güzelim Kadıköy’ü, Moda’yı, Kalamış’ı, Fenerbahçe’yi, içinde oturduklarından dolayı uzaktan seyredebilme imkânına sahip olamadıklarından, bu zevkten yoksun ve kördürler. Ülkelerinin de adı bu nedenle “Körler Ülkesi” anlamına gelen “Chalkedonia” olacaktır.
Kısmen mitolojik olarak da kabul olsa, Kadıköy’ümüzün “Körler Ülkesi” olarak tanımlanma hikâyesinin aslı budur. Ama gelin görün ki; kör kelimesi acaba kimlere daha çok yakışmaktadır?
Bundan takriben 2500 sene evvel o güzellikleri keşfedip, Kalamisia/Kalamış ve Heraion/Fenerbahçe gibi yemyeşil güzelim kıyılarını görerek, yaşayacak en güzel yer olarak Chalkedonia / Kadıköy yakasını seçip yerleşenlere mi?… Yoksa; o pırıl pırıl Chalkedon Çayı’nı önce Kurbağalıdere’ye ve sonra da ismi bile kötü bir dereye çeviren, o yemyeşil çayırlar üzerine kat ve kat beton yığınlar dikerek adeta yeni bir Truva yaratmakta olan bizlere mi?…
Tabii ki değişim kaçınılmazdır. Tabii ki zamanın şartlarına göre uyum gereklidir. Ama sanki her şey öylesine hızla kabuk değiştirmektedir ki; düşünceler, insanlar, görüntüler, yaşamlar… Ayak uydurmakta ve de eskiden yaşadığımız tüm güzellikleri şimdilere adapte etmekte zorda kalınmaktadır… Ne var ki; yine de kimilerimize göre, her döneme yakışır o güzel tutkular, değer yargıları, özlemler hiç değişmez ve belli ki hiç değişmeyecektir de. Bizleri yaşama bağlayan da galiba bu…
Ne diyelim; nice kalıcı güzelliklere ey Kadıköy’üm… Nice değişmez tutkulara ey Kadıköylüm…