

Kurbağalıdere’den Fenerbahçesi’ne bakış (R.Sertaç Kayserilioğlu koleksiyonu)
Ne zaman İstanbul’dan dönüp de ayağımı Kadıköy’ümde iskeleye basacak olsam, burada gönlümün açıldığını duyar, burada yaşamın farkını hisseder ve de burada İstanbul’un tadına varırım… Kadıköy zevk beldesi, Kadıköy neşe diyarı, Kadıköy sevda ülkesidir… Sözün özü Kadıköy; İstanbul’lular için sanki bir başka nimettir…
Kadıköy… Tanrının yeryüzünü yaratırken kesinlikle ayrıcalıklı davrandığı bir eşsiz yöre… Tarihlerin henüz 1950’li yıllara ulaşmadığı İstanbul’da Adalar’ı, Moda’ları, Caddebostan’ı, Suadiye’si, Kalamış’ı, Fenerbahçe’si ile Kadıköy yakası adeta bir rüya beldesi…
Kadıköy’e adını veren, o Kadı Efendi her kim ise ruhu şad olsun. Belki zengin, belki yoksul, belki muhtaç, belki de perişan bir halde ahrete göçmüştür… Ama ne var ki içinde mutlulukla yaşadığı bu köyü kastederek; “Yüce Allahım, dileğim senden odur ki, bu yer sefasız, bu yer neşesiz, bu yer mutsuz kalmasın” duası ya da dileğinin, onun son sözü olduğuna inanır ve de bu özel kişiyi daima hayırla ve minnetle anarım…
Bu kadı kimdir?.. Adı nedir, ne yaratılışta ne karakterde bir adamdır?.. Bunu gayet tabii ki bilmiyoruz… Fakat Kadıköy’ün, kişinin üzerinde bıraktığı etkiye, havası ve suyundaki güzelliğe, hatta keramete ve de en önemlisi, adını vermiş olduğu semtin insanlarına bakarım da öyle tahmin ederim ki; kendisi de, keyfine çok bağlı, zevkine düşkün, sözü sohbeti hoş, konuşması düzgün, şiir okur, beyitler yazar, temiz giyinir, güler yüzlü, bol yer, bol içer, şöyle yeri geldiğinde sazlı sözlü alemlerden de hoşlanır, mehtabı seyretmekten lezzet duyar, safalı, rint bir adamdır.
Bu kanıya nereden varabildiğimi düşünenler ise, aşağıda Refik Halit Karay tarafından kaleme alınmış ve Kadıköy’ün en bakir güzelliklerinin yaşandığı 1920’li, 30’lu yıllarla ilgili yazıyı okuduktan sonra inanıyorum ki cevabı anlayacaklardır:
“Akşamları vapurdan çıkıp da, Kadıköy tarafının ortalığa neşe ile mutluluk serpen ve memlekete bir panayır keyfi veren ortamıyla karşılanınca, İstanbul tarafında iken yüreğime çöken bir kasvetin dağılmaya başladığını hissederim. İstanbul’un hiç bir iskelesi, kış ve yaz, gündüz ve gece, yağmurda ya da güneşte, hasılı her zaman ve her mevsim, Kadıköy’ünkü kadar şenlikli değildir. Kadın ve erkek aceleci bir kalabalık, sanki o pek sevgili, o pek aziz köylerine yeniden dönüş nasip olduğu için mutlu, birbirleriyle selamlaşarak, gülüşüp söyleşerek, yaşamakta olmaktan memnun, ellerinde paketleri, arabalara, dükkânlara, ya da yan sokaklara öyle keyifli dağılırlar, öyle kedersiz, öyle her şeyi umursamaz görünürler ki, insan ister istemez onların aralarında derdini unutur, onlara uyar ve yaşamayı daha lezzetli, daha değerli bulmaya başlar. Zaten Türkiye’de her dönemin ve her zamanın büyüklerinin ve ünlülerinin en başta gelenleri, hep Kadıköy’de oturur.
Kadıköy Vapuru’nun boşalışı, çok keyifli bir seyir, bir zevk ve bir eğlence olarak kabul edilebilir. İstanbul’un en tanınmış çehrelerine ancak orada rastlanabileceği gibi, en şık ve en güzel giyinmiş her tebaadan en seçkin güzellerinden bir kafile de, ancak orada görülebilir, ancak orada seyredilebilir. Kadıköy hem mütevazi halk tabakasının hem de sosyete mensuplarının yatağıdır. Güzel kadınların kendilerine en çok çekidüzen verenleri orada bulunur; bazen çok yüksek fiyatlı kürklere bürünmüş, şöyle ihtişamlılar kısmından, bazen de mezat malı atkılara sarınmış fakir fukara cinsinden…
Moda ve Kuşdili Çayırı ile Kadıköy kıyıları, güneşe karşı açılmış öylesine bir şair fideliğidir ki yılda en azından birkaç kuşak şair yetiştirir. Şairlere aralıksız derin ilhamlar verecek kadar bol güzellikler ve kadın yüzleriyle dolu bu yerlerde, bolluk içinde duygusallıktan duygusallığa düşen zavallı şairler, pervaneler gibi hangi ışıktan hangisine koşmak gerektiği ve hangisinin ateşinde yanıp tutuşmak lazım geldiği hususunda şaşkınlığa düşerler. Bunun sonucu olarak da her tarafta şaşkın ve baygın, avare avare boşuna dolaşıp dururlar. Bu şaşkınlığın acısını çekenler ise, yazılanlardan hiç bir anlam çıkaramayan zavallı okuyuculardır.
Geceleri İstanbul’un, başka her semti karanlığa gömülmüş iken, Kadıköy’ünde havagazları yanar ve keyif peşinde koşan bura halkı ta sabahlara kadar övüne övüne aydınlıkta dolaşır. Kadıköy İskelesi’nin taşlarına ayak basan herkesin gönlünde, kendiliğinden bir eğlenme ve avunma ihtiyacı doğar. Bu öylesine bir tesellidir ki, İstanbul’da hiç bir semt, ne Adalar, ne Boğaziçi, hangi mevsimde olursa olsun insana bu kadar derman verici bir etki yapamaz…
Kadıköy; gamlı gönüllere ferahlık, yorgun düşüncelere dinlenme, yıpranmış vücutlara dinçlik veren, tüm güzellikleri ve iyilikleri kendisinde toplamış bir yerdir. İskelesine iner inmez, köy sizi sanki çıngıraklarla, sanki neşeli haykırışlarla öyle bir güler yüzle karşılar ki, o aydınlık ve kalabalık çarşı size öylesi hoş gelir. Hemen her pencereden ut, keman, ya da piyano, ama muhakkak bir müzik sesi duyulur ki, sokaklarında üçer dörder kişilik mutlu insan toplulukları sabahlara kadar dolaşır durur. Hele bir iki gün de burada kaldınız mı, insanlarının sıcaklığından halk öyle sevimli görünür ki, insan derhal burayı benimser, derhal içinde yaşar ve duyar, ebediyen buraya yerleşmek arzusundan da kendini bir daha alamaz. Kadıköy zevk beldesi, Kadıköy neşe diyarı, Kadıköy sevda ülkesidir. Kadıköy, İstanbul’lular için bir başka nimettir.”
İşte; Refik Halit Karay’ın kaleminden, Kadıköy’ünün, İstanbul’un semtleri arasında taa yıllar öncesinden süre gelen, ne denli başka, ne denli ayrıcalıklı bir yeri olduğunu gördünüz. Şimdi bana; “Evet, bir zamanlar bu anlatılanlar gibiymiş de, ama ya şimdi” diye hayıflandığınızı hisseder gibiyim. Kadı Efendi’nin o Kadıköy’ü ile bu Kadıköy arasındaki köprülerin altından çok suların aktığını tabii ki ben de bilirim ve hatta da görürüm. Ama yine de beldemin o dayanılmaz sevdasından, sizler gibi kendimi ben de alamam.
İşte bütün bu üstün nitelikleri içindir ki; ne zaman İstanbul’dan dönüp de ayağımı Kadıköy’ümde iskeleye basacak olsam, burada gönlümün açıldığını duyar, burada yaşamın farkını hisseder ve de burada İstanbul’un tadına varırım da, burada nasıl yaşanması gerektiği hissini bana yıllar öncesinden veren o hayalimdeki Kadı Efendi’yi, gerçekte böyle birinin var olup olmadığına da pek de aldırmadan, yine de rahmetle, daha da ötesi; her zaman minnetle anarım… Işıklar içinde gönlünce uyu sevgili kadım… Sevgili kadim dostum…