Bazıları bulundukları konum nedeniyle çok bilinir.
İşte bu tür mahallelerden biri de Bostancı’dır.
* * *
Bostancı, İstanbul’da yaşayan hemen herkesin bir gün mutlaka geçtiği bir kapı gibidir. Hani bir söz vardır ya, “Her yol Roma’ya çıkar” diye… Bostancı’dan da her yere bir yol çıkar. Adalar, Ümraniye, Taksim, Beşiktaş, Pendik, Kartal, Sabiha Gökçen Havaalanı, Avcılar, Bakırköy, Üsküdar, Kadıköy, Kayışdağı, Yalova… Nereye gitmek isterseniz isteyin, Bostancı’dan tek bir araçla çok rahat bir şekilde ulaşırsınız.
Bostancı’yı İstanbul’da yaşayan hemen herkes bilir de, tanır mı acaba? Ethemefendi, Kazasker, Şaşkınbakkal, Suadiye, Bağdat Caddesi, Göztepe, Ziverbey, Mazhar Bey, Erenköy, Hasanpaşa, Söğütlüçeşme, Çatalçeşme, Çemenzar gibi semt adlarının nereden geldiğini hiç merak etmemiş ama o semtte yıllardır oturmuş nice Kadıköylü vardır. Kadıköy Life gibi yerel bölgelerde yayınlanan dergiler, insanlara bulundukları ilçeleri ve mahalleleri tanıtması açısından oldukça önemli bir görevi üstlenmiş bulunmaktadır. Bu görevin önemi büyüktür. Çünkü insan oturduğu ili, ilçeyi, mahalle ve semti ne kadar tanırsa, o kadar sever ve ne kadar severse o kadar onu bağrına basar, korur. Giderek bu tür yayınlar aracılığı ile sevdiği mahalle ve semtini de kendi eviymiş gibi korur, kollar ve temizliğine özen gösterir.
Poleatikon…
Bostancı’da yerleşim yoğunluğu 19. yüzyıla dayanır. Çünkü tren ulaşımı bu yüzyılda semte gelmiştir. Daha eski tarihlere ait Bostancı Mahallesi hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Örneğin, Antik çağda bu bölge bir yerleşim alanı mıydı? Bu konuda elimize ulaşan hiçbir somut belge mevcut değildir. Bizans döneminde Bostancı’ya ‘Poleatikon’ dendiğini tahmin ediyoruz. Bizans döneminde Bostancı bölgesi, Bizans imparatorlarının herhangi bir nedenle bir başka yerden şehre girişinin törenle yapıldığı yerdir. Bir Bizans imparatorunun ayaküstü törenle karşılanmayacağı bilindiğinden, Bostancı yakınlarında bir Bizans sarayının ya da köşkünün olduğunu da tahmin etmek hiç zor değildir.
Nitekim kaynaklardan edinilen bilgilere göre bundan yaklaşık yüz yıl önce, bugün Bostancı tren istasyonunun bulunduğu yerde Bizans kilise kalıntılarının olduğu bilinmektedir. Hatta günümüzden on-onbeş sene önce bu kiliseye ait bir sütun Bostancı’yı eski tarihi ile bağlamaktaydı. Ancak, bir zaman sonra ve birden bire bu sütun ortadan kalktı. Yine Turşucu Deresi’nin denizle kavuştuğu yerde Bizans dönemine ait tuğlalar gözükmekteydi. Turşucu Deresi ıslah çalışmaları sırasında Bizans dönemine ait bu tuğlalar da kapatıldı. Bizans’ın Poleatikon liman kalıntıları ise yol açmak amacıyla kıyılar doldurulurken yok oldu gitti.
Bostancıbaşı Derbendi Köprüsü…
Bugün işlevinin büyük bir bölümünü kaybetmiş bir köprüyü Bostancı’dan yolu geçmekte olanlar görür. Fakat hiç kimse de umursamaz. Çünkü bizler tarihi sever gibi yaparız da, nedense tarihi eserlere bir türlü tarihe gösterdiğimiz özeni ve önemi göstermeyiz. Bugün işlevinin büyük bir kısmını kaybetmiş olan bu köprüye yöre halkı ‘Bostancı Köprüsü’ der, geçer. Oysa bu köprünün gerçek adı ‘Bostancıbaşı Derbendi Köprüsü’dür. İlk yapılışı 1523-1524 tarihleri arasıdır. İlk yapılan köprü, fırtına ve seller nedeniyle yıkılmış ve yerine bugünkü ayakta kalmış olan köprü yapılmıştır. Şu an gördüğümüz köprünün yapılış tarihi ise 1709-1710 yıllarıdır. Eğer ilk yapıldığı tarihi göz önünde bulundurursak, İstanbul’da yapılan ilk köprülerden birinin olduğunu da kolaylıkla anlarız.
Peki, bu köprünün Osmanlı döneminde önemi neydi?..
Osmanlı döneminde şehri Anadolu’ya bağlayan anayol Bostancı’dan geçmekte idi. Bu anayol içinden de denize doğru akan, suyu gür bir dere vardı. Osmanlı döneminde derenin Bostancı bölgesine köprü yapılarak, şehre giriş ve çıkışların doğu kapısından yalnızca bu köprü üzerinden yapılması sağlandı. Böylece her elini kolunu sallayanın şehre girişi de engellenmiş oldu. Köprübaşında herkes kontrolden geçiriliyor, işi gücü olmayanlar şehre alınmıyordu. Hiç bir nedeni olmadan şehre girmek isteyenlerden ise kefil isteniyordu.
İşte, Bostancı da adını buradan almıştır. Yıllardır bu güzel ve seçkin mahallede oturmakta olanlara ‘Bostancı’ adının nereden geldiğini sorsanız, büyük bir kısmı “Efendim, bir zamanlar buralarda büyük bostanlar varmış, Osmanlı’nın meyve ve sebzesini bu bostanlar karşılarmış” diye bir hikâye anlatmaya başlarlar. İşin gerçek yüzü böyle değildir. Mademki şehre giriş ve çıkışların kontrolü yapılsın diye bir köprü yapılmıştır, o halde bu kontrolü yapacak güvenlik kuvvetlerinin de olması ve bunların barınması için karakol gerekmektedir. (Osmanlı döneminde sarayın korunmasında ve şehrin güvenliğine bakmakla görevli askerlere ‘Bostancı’, bağlı oldukları ocağa ise ‘Bostancı Ocağı’ denirdi.) Böylece, şehre giriş çıkış kontrollerinin yapıldığı köprü yakınına bir Bostancı Ocağı Karakolu kurulmuştur. Bostancı Karakolu, Bostancı Askerleri ve giderek bu semte adını veren Bostancı Güvenlik Kolları… İşte, bugünkü ‘Bostancı Mahallesi’ adını buradan alır.
Köprünün hikâyesi burada bitmez. Bir de 1651 yılında Celali isyanları sırasında yakalanıp, İstanbul’a getirilen Celaliler’in acısı bu köprü üzerinde saklıdır. Anadolu’da isyan eden Celalililerden yakalananlar Bostancı Köprüsü üzerinde iken bir emir gelir ve hepsinin idamı istenir. Celalilerden bir kısmının kaçmasına göz yumulurken, bir kısmı köprübaşında asılır. Cesetleri de köprü çevresine gömülür. Bir gün herhangi bir nedenle kazı yapılır da orada toplu kemik parçaları bulunursa işte bunlar 1651 yılında Anadolu’da isyan eden ve köprü başında idam edilen Celaliler’e aittir.
Köprü civarına yapılan Bostancıbaşı Derbendi, yani karakolu II. Mahmud döneminde (1808-1839) yeniden yapılmıştır. Fakat bu ahşap derbend de yıkılarak yerine yeni Emniyet Müdürlüğü binası gelmiştir.
Bostancı’nın tarihi eser sayısı çok az…
Bugün Bostancı’da bizleri geçmiş ile bağlayacak tarihi eser sayısı çok azdır. ‘Bostancıbaşı Derbendi Köprüsü’ bunlardan günümüze gelen en önemli klâsik köprü örneklerinden biridir. Yine bugün ayakta kalan bir başka tarihi eser ise cephesinde beş beyitlik kitabe bulunan çeşmedir. Kitabeye göre bu çeşme II. Mahmud döneminde daha eski bir çeşmenin yerine yapılmıştır. Elbette çeşme bugünkü yerinde değildi. İki kez yer değiştirdikten sonra bugün Bostancı otobüs duraklarının ve kokoreç kokulu büfelerin karmaşası arasına yerleştirilmiştir. ‘Buna da şükür’ dememiz gerekir. Çünkü diğer tarihi eserlerin başına geldiği gibi bu çeşme de kaldırılır, bir yerlere atılır ve hiç kimse de bunun hesabını sormazdı. Hiç değilse bugün çeşme üzerinde II. Mahmud’un tuğrasını, kitabenin iki yanında ay yıldız motifini görebiliyoruz.
Aslında bu çeşmenin bir de hayvanlar su içsin diye iki yanında yalakları da varmış ya, çeşme bir oraya bir buraya taşınırken bu yalaklar kırılıp atılmış. Neyse ki 1988 yılından beri çeşmeye hiç kimse el değdirmedi de konulduğu yerde duruyor. Fakat İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şimdilerde oraya yeni bir araç alt geçidi yapıyor. Bilmem bu alt geçitten sonra o çeşme yine orada durur mu, kaldırılır mı, taşınır mı, yoksa bir gece ansızın yok mu edilir? Bostancı halkı bu konuda uyanık olmalı…
Bu çeşmenin hemen solunda, meraklıların dikkatini çeken alakasız bir taş daha durur. Hattâ meraklılar birbirine sorar, “Ya, çeşme tamam da, bu taş da neyin nesi?” diye… Sevgili Bostancılılar ve sevgili tarihi eser meraklıları; o taş bir kıblegâhtır. “Neyin kıblegâhı” diye sorduğunuzu biliyorum. Bostancı hep böyle değildi. Köprü, çeşme, derbend derken, bu civarda bir de namazgâh vardı elbette. Namazgâhı bilirsiniz; açık bir alanda namaz kılmak için hazırlanmış boş alandır. İşte bu namazgâhın kıble yönünü göstermek için bir taş dikilirdi ki, bu taşa ‘Kıble Taşı’ ya da ‘Kıblegâh’ denirdi. İşte, II. Mahmud’un ‘Cisr-i derbent’ başına yaptırdığı ve bugün kokoreç kokulu otobüs duraklarının arasına yerleştirilen tarihi çeşmenin yanındaki bu taş, o dönemin Bostancı’sında bulunan namazgâhın ‘Kıble Taşı’dır.
Bostancı mahallesine bağlı bir de ‘Çatalçeşme’ vardır ki aynı zamanda bir semte de adını vermiştir. İstanbul’un en eski ‘kitabeli’ çeşmelerinden biri olarak günümüze kadar gelmiştir. Fakat az önce anlattığım Bostancı çeşmesinin başına gelenlerin aynısı bu Çatalçeşme’nin de başına gelmiştir. 1947 yılında yol çalışmaları nedeniyle bu çeşme de gerçek yerinden kaldırılmış ve bugünkü yerine konulmuştur. 1550 yılında yapılmış, kesme taştan ve sivri kemerli üslupta olan Çatalçeşme, yer değiştirirken ardında namazgâhını bırakmıştır. Bu namazgâh da ne yazık ki Bostancı’nın diğer namazgâhı gibi yıkılıp, yok edilmiştir. (Çeşmeye gölge yapan asırlık ağaç ise 1991 yılında kesilip atıldı.)
Yalılar, villalar…
Bostancı, Osmanlı döneminin geniş tarihinde çok önemli bir yer tutmamıştır. Bugün Çamaşırcı Deresi’ne adını veren Çamaşırcıbaşı Kuloğlu Mustafa Bey’in 17. yüzyılda çok büyük arazisi vardı. Bu arazi, Çamaşırcı Deresi’nin iki yanını da kaplıyordu. Ancak, 19. yüzyılda Bağdat demiryolu yapılmaya başlandı. Haydarpaşa, Söğütlüçeşme, Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Erenköy ve Bostancı tren istasyonları, Alman mimari ekolü ile inşa edildi. Böylece tren yolunun geçtiği çevre, bir anda yerleşim yerleri olarak dikkat çekmeye başladı. Tren yolunun sağı-solu yeni tip zenginlerin yalılarına, villalarına sahiplik etmeye başladı. Bu yeni zenginler, buldukları ya da aldıkları arazilerdeki ahşap köşkleri bir bir yıkmaya başlamışlardı. Bunların yerlerine villa ve yalılar yapılıyordu. Böylece kısa zamanda kıyı şeridi olduğu gibi el değiştirdi ve bugüne kadar da ekonomik, kültürel sosyal bakımdan ‘zengin’ kesimlerin elinde kaldı. Ta ki Kadıköy-Pendik sahil yolunun yapımına kadar…
Adı geçen zenginler yine o kıyılarda kaldı da, artık ‘yalı’ dedikleri binaları denizin oldukça gerisinde kaldı… Önünden de geniş bir otoyol geçti. Daha sonraki yıllarda ise Bostancı sahiline İDO’nun deniz otobüs iskeleleri, İETT’nin son durak otobüs garajları yapıldı. Bir zamanlar Bostancı iskelesine inen daracık tren köprüsü alt geçidi yıkıldı ve genişletildi. Çevrede bulunan salaş gazinolar ve nostaljik çay-kahve bahçeleri bir bir yıkıldı. Onların yerlerini büfeler aldı.
Bostancı’nın tarihi pek eski olmasa da bir de vapur iskelesi vardır. Üzerindeki kubbe stilinin Mimar Vedat Tek’e ait olduğu sanılarak, bu iskelenin mimarı da Vedat Tek şeklinde düşünülmektedir. İskelenin yapılış tarihi 1912’dir. Büyükşehir Belediyesi, iskeleyi aslına uygun olarak onardı. Fakat o iskeleyi kullanan kaç kişinin bekleme salonunu gördüğünü hep merak ederim… Çünkü yolculara kullandırılmadığı gibi, her zaman kapıları da kilitli olduğundan, görmek mümkün değildir bu bekleme salonunu…
Bostancı çarşısı ise, Vükela Caddesi’nin ve Ali Nihat Tarlan Caddesi’nin alt sonu olarak görülür. Osmanlı döneminde de hemen hemen çarşı buralardı. Sonraları yayılarak büyüdü. Bostancı’nın bir yerleşim alanına dönüşmesinin nedeni Bostancı tren istasyonu ise bir diğer nedeni de 1930 yılında Kadıköy’den Bostancı’ya yapılan tramvay ulaşımıdır. Ne yazık ki, 1950’li yıllarda bu tramvay yolları söküldü. Şimdi yeniden raylı sisteme geçmek için büyük uğraşlar veriliyor ve büyük paralar harcanıyor.
Nüfus artınca caminin eksikliği hissedilmeye başlandı…
Çeşitli nedenlerle Bostancı nüfusu artınca bu sefer de bölgede bir caminin eksikliği hissedilmeye başlandı. Daha önce Çamaşırcıbaşı Kuloğlu Mustafa Bey, Beyoğlu’nda ‘Kuluoğlu Camisi’ adı altında bir ibadethane yaptırmıştı. Yukarıda da sözünü ettiğim Çamaşırcı Deresi’nin iki yanındaki arazilerin gelirini de Beyoğlu’ndaki bu camiye vakfetmişti. 20. yüzyıl başlarında Beyoğlu’ndaki Kuloğlu Camisi yıktırıldı ve yerine han yapıldı.
Fakat, Çamaşırcıbaşı Kuloğlu Mustafa Bey’in hatırasına saygı olarak bu kez 1913 (Caminin avlu girişinde kapı üstünde 1915 yazılıdır ve yanlıştır) yılında Vükela Caddesi’nin bitiminde güzel bir cami yapıldı. Tek kubbeli olan bu cami, her nedense 1990’lı yıllarda garip bir eklemeler sinsilesine neden oldu ve aslından çok uzaklaştı. İsmail Hakkı Altunbezer’in imzasını taşıyan kitabenin değerini umalım ki Bostancı halkı biliyordur. Bundan kuşku duyuyorum, çünkü Bostancı’da bulunan bir avuç tarihi esere kazma, kürek, buldozer kepçesi girip de, ya tamamen ortadan kaldırılırken ya da aslından hiç bir eser kalmayacak şekilde değiştirilirken; aydın, zengin, genellikle de üniversite öğretim görevlisi, yazar, çizer Bostancı halkından hiçbir ses çıkmamıştı.
Son söz…
Kadıköy’ün en bilinen ve en güzel mahallelerinden biri olan Bostancı’yı bir kez daha hatırlatmak istedim. Tarihin içinden akıp geçen zaman içinde elbette her yer gibi Bostancı da değişimlere uğramaktadır. Fakat yeni yerleşim alanı olması nedeniyle bu değişimin Bostancı’da yarattığı sancılar oldukça azdır. Zaten yukarıda da saydığım gibi bir avuç tarihi eser vardır. Bunların bir kısmı değişimlere uğrasa da günümüze kadar gelmiştir. Bostancı’nın yerleşik halk yapısı ise çok az değişmiştir. Bu nedenle Bostancı hâlâ eğitimiyle zengin olmuş, kültürlü, seçkin insanların oturduğu bir mahalledir. Elbette bu mahalle de göçlerden payına düşeni almıştır fakat yine en az zararla bunu atlatmıştır.
Kuloğlu Camisi ve çevresinde olan eski çarşı, şimdi tren istasyonuna doğru genişlemiştir. Barakalardan oluşan sabit pazar, yakın zamanda kaldırılmış ve yeşil alan projeleri taslak haline getirilmiştir. Arabaların geçeceği yer altı geçidi bittikten sonra çevre düzenlemeleri de yapılacaktır. Şimdi Mustafa Kemal’in iki büstünün de yer aldığı Bostancı meydanları oldukça güzeldir. Yalnız, tren istasyonunun hemen arkasında yer alan iki çay bahçesinden biri çok eskiden beri orada olmasına rağmen, sonradan yapılan alt geçidin hemen yanındaki lokanta türü yeri ve tren istasyonunun sağında yer alan yeni çay bahçesini kimler akıl etti de kurdu ve o kuranlara kimler izin verdi akıl sır ermez. Hem meydanın hem de tarihi Bostancı tren istasyonunun görüntüsü bozuldu.
Yıllardır ikinci el kitapları çok ucuza ve el arabasında satan Ramazan ve Recep kardeşleri de unutmamak gerekir. Bostancı’da yaşayan ya da Bostancı’dan gelip geçenlerin nadir bulunan, hatta yazarından imzalı kitapları bu seyyar kitapçı kardeşlerden bulmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Bostancı halkının kütüphanesine gerçekten çok değerli katkı sağlayan kardeşlerin, belediye tarafından kitaplarına sık sık el konması gerçekten acıdır. Çevrede onca nedensiz yapılanma ile kimden ve nasıl izin aldığı bilinmeyen çay bahçeleri, büfeler, piyango kulübeleri varken; küçük el arabalarında kitap satan bu insanlara yapılan uygulama kitapseverleri üzmektedir.
Son olarak; Kadıköy’de yaşamak büyük bir ayrıcalıktır, Bostancı’da yaşamak başka bir ayrıcalıktır…