Enis Fosforoğlu – Turneler iyidir…
Önce size şunu söyliyeyim ki, Anadolu insanı kendi ile barışık, ağırbaşlı, dingin. Büyük kente gelmediği için de kişiliğini muhafaza ediyor, kültürünü koruyor. Birşey bekliyor gibi bir hali de var. Godot’yu değil tabii… Açılım filan da değil derdi. Samimiyet bekliyor sadece… Teröre lanet ediyor. Kimseden bir şey istemiyor. Mardin’de bir taksi şoförü, “Ne ayrımcılığı ağabey, benim komşum Süryani” dedi… Bizim tatlı su aydınları olanı biteni biraz daha iyi anlarlar umarım…
Anılara gelince, işte size Anadolu’dan bölük pörçük sesli fotoğraflar…
Giresun – Trabzon yolunda başlıyor Akçaabat köftecileri. Bizden bir iki arkadaş sanki Kadıköylü değil de Fransız; herşeye hayretle bakıyorlar… “Aaaaa köfte!” dediler ve ‘şato briyan’ ya da ‘böf strognof’ muamelesi yaptık kırk yıllık köfteye. Masama oturan bir dost (!) iki kilo köfte söyledi. Porsiyon bilmiyorlar, çünkü et dedin mi kiloyla… Altmışsekiz tane köfte geldi… Artanları sardırıp İstanbul’a getirdim… Haaa, bu arada garson da hesabı bana getirdi tabii…
* * *
Bir başka lokanta anısı bu da… Kazandibi istedim.. Gitti garson arkadaş, bir süre sonra geldi: “Tavukgöğsü kazandibi mi?” dedi. (Hayır, muhallebiden de yaparlar ama zaten o pek bulunmaz… Kazandibi, tavukgöğsünden olur ne soruyorsun..?) “Evet” diye cevap verdim ve yapmamam gereken şeyi yaptım; üstüne de dondurma istedim… İki üç kere dondurmanın çeşidi hakkında anlaşabilmek için geldi gitti… İstediğim çeşitlerin olmadığını anlayıp, sadede anlaştığımızda masaya oturalı yirmi dakika geçmişti… Sonunda karar verdik: Kazandibi üstüne sade dondurma…
Bir kez daha geldi garson arkadaş, baktım eli boş… Eğildi; “Dondurmayı üstüne koyamıyorum, ne yapayım?” diye sordu…”Yanına” dedim, “Yanına koy…” Gitti, gene geldi, “Yanında da olmuyor, başka bir yere koysam?” dedi… Ben, Haydar Dümen bilgeliği içinde dondurmaya pozisyon tarif ediyorum, o bir türlü anlamıyor… Yarım saat kadar sonra küçük bir kasede kazandibi altında büyük bir tabak, tabağın yanına sığdırılmış dondurma ve garson hep birlikte geldiler…
* * *
Kırışıkları yaşını ele veren güneş yanığı bir ihtiyar kadın baktı baktı; ”Sen misuuuuun?” dedi. “Evet” dedikten sonra tevazu gösterdim; “Yaşlandık tabii…” İtiraz eder gibi kafasını salladı ve teselli etti beni: “Ne üzüliysun? Güççük mü kalacağduk?”
* * *
Bu da bizden bir anı… Sanatçı arkadaşlardan biri girdiğimiz otellerde hiçbir odayı beğenmiyor ve bu işle görevli arkadaşa bağırıyordu: “Değiştir ağabeyciğim! Böyle oda mı olur?” Oteller bol yıldızlı… Görevli arkadaşın özel bir gıcığı olması lazım en kötü odayı vermek için…Hayır.. Bizimki her otelde en az üç oda değiştiriyor… En son Batman’da pencereleri açmış; “Şuraya bak, ovaya bakıyoruz…” Çocukcağız ağlamaklı mırıldanmış: “Ağabey, Batman’da Boğaz manzarası nerden bulayım sana!”
* * *
Kadıköy’e döndüm sonunda. Yakında tiyatro festivali var… Özgürlük Parkı’nda buluşuruz.
Sevgiler…
önceki içerik