

Bir Kadıköy vapurunun yolcu salonu, 1950′ (R. Sertaç Kayserilioğlu koleksiyonu)
Bir Kadıköy vapurunda, bir yolcu salonu… İntizamlı bir misafir odası görünümünde, iç açıcı… Giyimleri temiz pak, hareketleri ölçülü, çevresindekilere saygılı rafine kişilerin oluşturduğu, Bostancı, Caddebostan, Kalamış, Moda vapur iskelelerinden aldığı 1950’lerin 60’ların o güzel insanlarını, yıllar yılı karşı yakadaki “Bir Güzel İstanbul”a taşımış da durmuş…
Yazımıza bu defa da, yıllar önce Kadıköy’den Moda iskelesine hareket etmekte olan bir vapurun içini gösteren eski bir fotoğrafla başlıyoruz… Evet, anlaşılacağı üzere dönem İstanbul’un o güzel 40’lı, 60’lı yılları… Hani Bostancı’dan, Caddebostan’dan, Kalamış ve Moda’dan aldığı yolcularıyla birlikte Kadıköy’den iskele almış vapurları ile, mis kokan masmavi Marmara’da bir gelin çiçeği gibi süzüle süzüle, İstanbul’un güzelliklerini bir yakadan alıp, bir başka güzel yakaya taşıyıp da durduğu yıllar…
Öğrencilik dönemimin 60’lı yıllarını hatırlarım… Vapurların saatlerine göre yolcu karakterleri de değişir, erken saatlerde yol alan vapurlarda genellikle herkes birbirini tanır, zarif baş hareketleriyle selamlaşırdı. Vapurlar öyle tıka basa dolmaz, herkes etrafa yayılan hoş kokular arasından geçip bir yere oturur, daha da ötesi; belirli seferlerde kişilerin her zaman oturdukları yerler belirli olduğundan herkes kendi yerine oturmaya özen gösterirdi.
Kadıköy yakası, İstanbul’da denizin, plajın, sayfiyenin öteki adı olurdu. İstanbul’un karşı yakasından buraya yazlığa gelen halk, Bağdat Caddesi ya da Fenerbahçesi’nden gelen tenteli ve penceresiz yazlık tramvaydan iner, denizden yanmış tenlerini örten rengarenk giysileriyle Kadıköy İskelesi’nin önünü, bir moda merkezi ya da bir açık hava defilesine çevirirdi.
İstanbul’un en güzel yıllarını geçirdiği 30’lu, 40’lı yıllarında, yazın deniz trafiğinin Kadıköy’e doğru Moda’ya, Fener’e, Suadiye’ye aktığını gören Şirket-i Hayriye İdaresi, yoğunluğu tekrar Boğaz hatlarına çeksin diye yaptığı planı, o dönemde idarenin yönetim kurulu başkanı olan Necmettin Kocataş’ın torunu Betül Mardin hanım, bakınız yakın bir süre önce nasıl anlatmakta:
“O yıllarda Kadıköy taraflarında ‘Suadiye’ diye bir yer moda haline gelmiş… Ve de insanlar akın akın o taraftaki koylara, plajlara gitmekte… Boğaz hattında çalışan Şirket-i Hayriye vapurları ise adeta bomboş gidip gelmekte. O dönem şirketin yönetim kurulu başkanı olan büyükbabam neredeyse çıldıracak. Yeni zenginler Boğaz’ın güzel sularını yalılarını bırakıp, Suadiye’de küçük villalarda oturmayı tercih ediyorlar.
Derhal bir ilan: ‘Bütün Boğaz’a taşınanların eşyaları bedava olarak taşınır’. Diyelim Çubuklu’da bir yazlık tuttunuz veya Yeşilköy’de oturuyorsunuz; Yeşilköy’den oraya Boğaz’a size bedava kamyon veriliyor. Tek Suadiye’ye gitmeyesiniz diye… ‘Suadiye’ çok fena bir kelime bizim için. Bu iş olacak gibi değil. Torunlara derhal bir emir; plak toplayın!.. O zamanki plaklar taş. Zamanın hit plaklarını alıyoruz. Vapurlara gramofonlar monte ediliyor. Mikrofondan şarkıları çala çala, Şirket-i Hayriye’nin vapurları bütün gün Boğaz’da gezi yapıyor. Müthiş bir şeydi bu.”… Bayan Mardin’in bu söyleşisinden anlaşılan o ki; bu rekabet yıllar yılı sürmüş.
O vapurların karton biletleri bile bir başka güzeldi… Köprüye yaklaşınca biletçi elinde küçük zımba ile gelir, yolcuların biletlerini zımbalayarak kontrol eder; yolcular, saygın bir ortam içinde rahat bir şekilde yolculuk yapmanın keyfi ile inişte bilet toplayıcılarının iyi günler temennileri arasında bu kısa yolculuklarını tamamlardı. Lüks mevki diye vapurun arkasında lüks koltuklu, fırfır perdeli ayrı bölümünde oturacak yer olmasa bile ayakta gitmek, ‘lüks farkı’ tutarı bozukluğu masalara koymak, biletçinin kestiği bileti almayıp masada bırakmak, zaten başlı başına bir makale konusu…
Dönüş yolculuğu başlayıp tekrar Kadıköy İskelesine çıkıldığında, iskele önlerinde bekleyen taksi şoförleriyle vapur yolcuları arasında, bugün anlaşılabilmesi imkânsız bir aşinalık, bir güven, bir saygı bulunurdu. Vapurdan indiği zaman Kadıköy İskelesi önünde sıra bekleyen taksilerden birine yaklaşan bir bayanın, elindeki valiz ve paketlerini; “Benim çarşıda biraz işim var, siz bunları lütfen Suadiye Emin Ali Paşa Caddesi 13 numaraya götürün!” sözleriyle teslim etmesindeki duyulan karşılıklı güven ve saygınlıkların üzerinden, önce elli yıl, sonra da kalitesiz bol sıfırlı nüfuslar geçti galiba…
Ve aradan yıllar ve yıllar geçer… Yıllar yılı aynı vapurlar, aynı iskelelere, aynı insanları taşır durur. Derken, bir büyük göç ile iki büyük iktidarın mücadelesini kayda geçer tarihler. Sihir mi bozulur ne olur… Vapurlarla iskeleler aynı kalır, lakin insanlara bir şeyler olur, değişir olmaya başlarlar. Eski aşina yüzlerdeki sevinçler kaybolurken, aşina olmadık bir dolu yeni sima İstanbul’a çekinir kalır. Gün be gün insanlar birbirlerinden uzaklaşır, suratlarda ise selam sabahlar kesilir olur.
Çıkıştaki saygın bilet toplayıcıları turnikelerle, biletler ise jetonlarla değişir. Evvelce giriş çıkışlarda görülen saygın nezaket, yerini artan kalabalıkla birlikte telaşlardaki hafif cürete bırakır. Giysilerde görülen rengarenk ahenk yerini kara koyu renklere, oturma yerlerindeki lüks deri döşemeler ile kırmızı kadife kaplamalar, yerini suni deri ve tahta sedirlere bırakır. Pırıl pırıl parlayan içi çakıl taşlı pirinç küllüklerin yerini ise üstü açık plastik çöp kutuları alır.
Evet… O vapurlardan kimi hala ayakta belki ama artık yıpranmış, hayli de yorulmuş… Artık ne o vapurların gökyüzündeki dumanlarından bir iz, ne de o güzel insanlardan eser kalmış… Kadıköy Vapuru’nun iskele tarafında zıplayan karidesleriyle, hep sancak tarafında suyun üzerinde seyrettiğimiz gümüş balıkları şimdilerde hangi koyda acaba?.. Ya da iskelesinden hep içimize çektiğimiz o mis gibi deniz kokusu, şimdi hangi gönüllerde?..
Ne diyelim; “Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş”


Kadıköy İskelesi’nde vapurdan inen insanlardan bir grup,1940’. (R. Sertaç Kayserilioğlu koleksiyonu)