Ne güzel İstanbul! Kışın ortasında, kışın esamesi yok!
Kar yok, buz yok, soğuk yok, yağmur yok!
Güneş var, sıcak var, bahar var!
Utanmasa neredeyse yaz da olacak…
Paltoyu, kabanı attım ben de, çektim tiril, tiril bir gömlek…
Üstüne de afili bir ceket…
Fakat kendi kendime de söyleniyorum…
Kışın ortasında ne bu böyle? Yakışıyor mu sana içinde bulunduğun mevsime ihanet?
Söylene, söylene çıkıyorum sokağa…
Elli adım gitmeden kısa kollu tişörtlü gençlere rastlıyorum… Rahatlıyorum…
Hadi onlar genç, sana ne oluyor? Diyorum…
Güneşli ve güzel bahar gününde (pardon “kış” gününde) keyifli yürüyüşüme devam ediyorum…
Görüyorum ki;
Bir ben değilim yalancı bahara aldanan…
Ağaçlar tuzağa çoktan düşmüşler, çiçek çiçek üstüne…
Kuşlar cıvıl, cıvıl cıvıldıyor…
Güneş o kadar ısıtıyor ki, su birikintilerinde oyun oynayıp serinleyen serçeler var…
Yolunu ve zamanını şaşırmış bir leylek süzülüyor havada…
Şaşkın leylek beni de çok şaşırtıyor… Şubat başında leylekle karşılaşmak, çölde kutup ayısına ya da kutuplarda deveye rastlamak kadar olmasa bile yine de çok şaşırtıcı…
Park görevlisi uzayan çimleri biçiyor…
Selamlaşıyoruz…
Bu yıl erkencisin diyorum, çim makinesini göstererek…
Ilk defa Şubat ayında biçiyorum, ama ben asıl erken çiçek açan ağaçlar için üzgünüm…diyor.
Parkın ortasında kaykay kayan çocuklar mutlu…
Kediler bir köşede, köpekler başka bir köşede taze kesilmiş çimenlerin üzerinde oynuyorlar…
Sıcak yaz günlerinde olduğu gibi köpeklerin dili bir karış dışarıda…
Keyif benim değil mi? Yürümeye devam ediyorum, çarşıya doğru…
Oooo ! Millet baharı da yazı da getirmiş çoktan…
Ben kendimi zürefanın düşkünü olarak görürken, beyazlar giymiş hanımlar ve beyler kışın ortasında yaz olursa tadını çıkarırız arkadaş, dinlemeyiz hiç kimseyi havasındalar…
Klasik ifadeyle mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor havalar…
Benim gibi ağzı açık ayran budalalarına da seyretmek düşüyor cümbüşü…
Veli DALBUDAK