Halep orada mısın?
Halep Kalesi kapı duvar… Bugün kapalı olduğunu anlatıyor, lisanını anlamadığım güvenlik görevlisinin vücut dili… Ben de ibreyi hemen karşısındaki Osmanlı camisine çeviriyorum. Alışık olduğumuz klasik tarzından olsa gerek, bu uzak diyarda çok tanıdık bir dosta rastlamış gibi sevinçle sarılıyorum ona…
Bir müddet hasbihalden sonra, avludan dışarıya açılan kapıdan geçiverdiğimde, kapısı bu sokağa açılan ilkokulun neşeli, gürültücü, mutlu, güleryüzlü, şakacı, zeki öğrencilerinin içine düşüyorum. Böyle içine düşüverince bu yaramazların enerjisi, ne kadar yorgun ve ne kadar keyifsiz olursanız olun, sıcak bir yaz günü yalayıp geçen serin bir meltemin tüm vücudunuzu sarması gibi sizi sarıyor. Birlikte yürüyoruz bir süre, nereye yürüdüğümü bilmeden… Köşebaşındaki küçük bakkalın önünde duruyoruz. Ivır, zıvır kağıt parçalarına, yeni moda cipslere ve asitli içeceklere harcıyorlar okul harçlıklarını… Yaşlı Arap Bakkal, hem paraları topluyor, hem de çocuklara bağırıp çağırıyor. Bu küçük müşterilerden pek memnun değil anlaşılan…
Karnımın acıktığını hissediyorum… Suratsız yaşlı bakkala çekine çekine yemek yiyebileceğim bir yer soruyorum. Türk olduğumu anlayınca dükkanı bırakıp, öteki köşebaşına kadar beni götürüyor ve yaklaşık 100 metre ileride dumanlar tüten bir yeri parmağıyla işaret ediyor. Sonra da parmak uçlarını birleştirip, çok lezzetli anlamında sallıyor. Teşekkür edip, uzaktaki dumana doğru yürüyorum…
Yürüyorum yürümesine de, biraz da tedirgin oluyorum. Acaba yardımsever Arap Bakkal beni yanlış mı anladı? Bu duman da, yemek yenecek bir yer için biraz fazla değil mi? Evet, Suriye’de bir sıkıntı yok; ama Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’i Arap Baharı kasıp kavuruyor. Burada hiç öyle bir hava olmamasına rağmen, dışarıdan bakıldığında buraya da sıçrama beklentisi var.
Kafamdan bunlar geçerken, fonda etrafı derin bir su kanalıyla tecrit edilerek güvenlik tedbiri alınmış Halep Kalesi, sıcak bir dost Osmanlı camisi, bize çok tanıdık gelen Kapalıçarşı, şehrin göbeğinde neredeyse çökecekmiş gibi duran yeraltı otoparkı, okul çocukları, orta yerindeki taziye çadırıyla modern, düzenli ve temiz Ermeni Mahallesi ve beni uzaktaki dumana gönderen yaşlı Arap Bakkal, düşüncelerime eşlik ediyor… Dağınıklığına, pisliğine, gürültü patırtısına rağmen sevdim burayı…
Bu arada dumana da epey yaklaşıyorum. Salaş bir dükkanın önünde sokakta büyük mangallar yanıyor ve dumanların arasından mis gibi ciğer kebabın kokusu yayılıyor etrafa… Sokaktaki bir masaya yerleşiyorum. Lavaşlar, közde pişmiş soğanlar, biberler, domatesler ve ciğerler… Aman Allah’ım! Muhteşem bir lezzet! Unutulmaz bir yemek fotoğrafı yerleşiyor hafızama, uzakta tüten dumanların arasından…
Bugünlerde de bol dumanlı fotoğraflar geliyor Halep’ten… Birkaç yıl önceye ait anılarımıza nazire yaparcasına… Ama bu defa ciğerimiz yanıyor…
Şehrin hakimi gibi duran Halep Kalesi, halkını koruyabiliyor musun?
Hasretle kucaklaştığım Osmanlı camisi, minarelerin dimdik ayakta mı?
Çökecekmiş gibi duran yeraltı otoparkı, bombalara dayanabildin mi ?
Şakacı okul talebeleri, yaşlı Arap Bakkal’ı kızdırabiliyor musunuz hala?
Ermeni Mahallesi, nezih bir semt olarak devam edebiliyor musun hayata?
Şehrin kalbi Kapalıçarşı, kalbin hala atıyor mu?
Orada mısınız?
Halep orda mısın?
Veli DALBUDAK
önceki içerik