

Sevda Kartpostalı, 1940 (R. Sertaç Kayserilioğlu koleksiyonu)
Aşk… Yüzyıllardır nereden, nasıl çıktığı bilinmeyen, insanoğluna sunulmuş belki de en değerli hediye. İmkânsız… Ölümsüz… Yasaksız… Vazgeçilemeyen… Ve de bu duygunun doyasıya yaşanıp kutlandığı bir özel gün…
Aşk; kimi zaman bulutların üzerine çıkartan, kimi zaman hayal aleminden gerçek aleme döndüren, ağlatan, güldüren, her şeyi altüst eden bir sihir… Tüm canlıların müptelası… Yüzyıllardır nereden nasıl çıktığı bilinmeyen, insanoğluna sunulmuş belki de en değerli hediye. İmkânsız, ölümsüz, yasaksız, vazgeçilemeyen… Ve de bu özel duygunun doyasıya yaşanıp kutlandığı bir özel gün; 14 Şubat Sevgililer Günü.
Yüreklerin bir başka heyecanla atacağı o gün, dünyada seven tüm insanlar ya sevgi sözcükleri fısıldayacaklar birbirlerine, ya da çağlayacaklar kalplerden dudaklara birbirlerinde… Tek bir kırmızı gül ile mum ışığında içilen kadehler bile, sönük kalacak aşklarının yanında…
Sevgililer Günü ile ilgili tarihsel öykü ise, kaynağını Roma İmparatorluğu’ndan alarak günümüzden tam 1960 yıl önce kutlanmaya başlanmış. Tanrının, ona sevgi bilincini telkin ettiği varsayılan rahip St. Valentine’nin adıyla anılıyor olan, bir kavuşma, bir mutluluk değeri… İçinde acı, korku ve tehditlere karşı direnebilen büyük sevgi gücünün geçmişini taşıyan bir öykü…
Öykü ise şöyle: İ. Ö. 4. yüzyılda, dönemin imparatoru olan Claudius, aşka karşı savaştan yana olan bir imparatordur. Sevdiklerine kavuşarak onlarla hayatlarını birleştirebilmiş erkekler, ona göre savaş zamanlarında cephede akılları geride kaldığından gerektiği kadar iyi savaşamamaktadır ve Claudius de bu yüzden gladyatörlerin evliliklerini yasaklamıştır. Dönemin, doktoru ve din adamı olarak o kentte yaşayan Aziz Valentin, imparatorun koyduğu bu yasağa şiddetle karşı çıkmakta, birbirlerini özleyerek hayatlarını birleştirmek için kaçan gladyatörleri bir mağarada gizlice evlendirmektedir.
Bunu öğrenen İmparator Claudıus, birbirlerini seven gençlerin gizlice nikâhlarını kıymakta olan St. Valentin’i önce zindana hapseder, fakat aynı arzusunda ısrar ettiğinden sonra da onu öldürtür. O günden itibaren, Aziz Valentin’in öldürüldüğü gün olan her 14 Şubat’ta, Roma’daki mezarı başında toplanan sevgililer onu anmaya başlarlar. Mezarına kalp şeklinde kırmızı gül ve karanfillerin yerleştirildiği bu tören, zaman içinde bütün dünyanın benimsediği anma değeri içinde, sevmenin ve sevilmenin kutsallaştığı “Sevgililer Günü”ne dönüşür.
Aslında “Aşk Hep Vardı”… Bizler de 6O’lı yılların özgürlük ve cinsel devrim rüzgârlarıyla büyüdük. Ve de romantik aşklar ilgimizi hayli çekiyor olmuş ki, “Love Story” ilk gençlik yıllarımızın en “tutmuş” filmleri arasında en başta olmuş. Yıllar sonra oynayan “İngiliz Hasta” filminde, Katherine’nin ölmeden önce sevgilisine yazdığı şu sözleri hatırlatıyorum:
“ Sevgilim, karanlıkta bir gün ne kadardır, ya da bir hafta? Korkarım, ışığı ve mürekkebi sana bu satırları yazmak için harcadım. Ya ölürüz, içine girdiğimiz bedenleri, tatları, sevgileri, sesleri, dokunuşları ve bu soğuk mağara gibi korkuları gizleyerek… Ya da ölürüz, sevgilerle zenginleşmiş bir nehir gibi büyüyerek. Gelip beni, Rüzgârlar Şato’suna taşıyacağını biliyorum. Tüm istediğim, seninle haritasız, sınırları olmayan bir dünyada olmak. Çünkü biz gerçek ülkeleriz…”
İşte; bu filmdeki Katherine’nin ölmeden önce sevgilisine yazdığı gibi herkes, böylesi kendi hikâyesini istemeli ve ölümüne meydan okuyacağı o sonsuz aşkını arayarak onun peşine düşmeli. Belki yarın öleceğiz ama içimiz boş olmadan, yükselerek ve zenginleşerek… Sıradan mutluluklardansa telaşlı aşklara kucak açarak… Zira sır, ünlü sanatçı Ralph Fiennes’in sözlerinde saklı; “Aşk, bu dünyadaki tek gerçek”. Sevmek ise, kişinin insan olarak varlığına ulaşabileceği dorukların en yücesi.
Ayşe Kulin’in sözlerini kaleme alıp Candan Erçetin’in söylediği “Bahar” isimli şarkıda yazar; yorgun gönlünde aşkının telaşını yaşayan sevgilinin, sevdiğinin tenine dokunması sonucu tüm çevresinde hissettiği tomurcuklanmayı ne de güzel anlatır… Ve fakat ki yine de bilemez; bahar geldiğinden mi o böyle olmuştur?… Yoksa böyle olduğu için mi o böylesi bir baharı yaşamaktadır?
“Sen bana müjde misin umut musun sevgili/ Kim demiş geçti mevsim ufukta göründü kar/
Bu kaçıncı bahar sakın sorma sevgilim/ Benim yorgun gönlümde aşkının telaşı var/
Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum/ Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar/
Çünkü sana değdiğinden beri ellerim/ Bütün kış dallarında tomurcuklar var”
Dünyada sevgi ile kuşatılmış bir yaşamdan daha güzel ne olabilir ki? Öyle ise yalnız sevgililer gününde değil, yaşamın her gününde tüm sevgiler sizinle olsun. Sevgililer günü; sevmesini bilenlere, sevmesini sevenlere kutlu olsun…