Meydanlar öncelikle yayalar içindir. Kendisini çevreleyip sınırlayan yapılar manzumesiyle bir mekân oluşturması beklenen meydan, ölçeği ve ölçüleri ile insanı kavramalı, içine almalı, kendine tutsak etmelidir. Meydanlar toplanma, buluşma odaklarıdır. Genelde yerleşimin merkezinde yer alırlar. Törenler orada yapılır, bayramlar orada kutlanır, protestolar orada gerçekleşir.
Avrupa şehirleri, bizlere en güzel meydan örneklerini sunmaktadır. Başı çeken İtalya’dır. Venedik’te ‘San Marco’, Roma Vatikan’da ‘Saint Pierre’ Meydanları, insanoğlunun yarattığı güzel meydanların başta gelenleri olarak kabul edilmektedirler. Bu meydanlarda yalnız yayalar vardır. Otomobil, otobüs yoktur. Her yıl binlerce turist, bu ve benzer meydanları görmek, gezmek, oturup bir kahve içmek için buralara akmaktadır.
Başkentimiz Ankara’da da durum farklı değildir. Ulus ve Kızılay Meydanları araçların egemenliğine teslim olmuşlardır. İzmir Konak Meydanı yeni uygulamasıyla yüzümüzü biraz güldürdüyse de, ‘açık alan’ hüviyetinden mekân hüviyetine geçememiş, diğer bir deyişle tam anlamıyla meydanlaşamamıştır.
İstanbul’un bozulan meydanları için yıllardır birçok proje yapılmasına karşın, bunlar uygulamaya girememiş, yeniden düzenlenen Beyazıt Meydanı ise arzu edilen ‘ortam’ı yakalayamamıştır.
Araçlar egemenliğindeki meydanlarımızı gerçek sahipleri yayalar için yeniden düzenlemeli, Istanbul’umuzu hak ettiği güzel ve çağdaş meydanlarına bir an evvel kavuşturulmalıyız. “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” programında yalnızca bu çalışmayı yapabilseydik, hem kentimize kimlik kazandırır, hem de Dünya’nın alkışını alırdık.