Yaşadığınız kentin arka sokaklarını gezdiğinizde, mutlaka yıkık dökük, fakat o hali ile dahi bugünkü modern yapılardan daha sempatik ve görkemli görünen eski bir eve rastlamanız mümkün. Kendilerine özgü yapılarıyla Osmanlı tarihinin çok kültürlülüğünü yansıtan bu evlerin birçoğu, modern yapılara yer açmak amacıyla çoktan tarihe gömüldü. Bu tür müdahaleden kurtulmayı başaran evlerin ise yalnızca bir kısmı restore edilmiş durumda.
Prosedürler restorasyonun önüne geçiyor…
Tarihi evler günümüzde Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından koruma altına alınıyor. Ancak buna rağmen birçoğu bakımsızlıktan yıkılmak üzere. Bu evlerin büyük bir kısmı özel mülkiyet oldukları için genellikle bakımlarından sahipleri sorumlu tutuluyor. Ev sahipleri ise restorasyon işlemlerinin çok masraflı olduğunu ve bunun dışında birçok resmi prosedürle boğuşmak zorunda kaldıklarını belirterek, evleri kaderine terk ediyorlar.
Böylelikle de karşımıza yıkık dökük, içinde farelerin yaşadığı ya da çöplük olarak kullanılmaya bırakılmış, duvarlarına siyasi sloganlar yazılan ‘zavallı tarihi evler’ çıkıyor. Gelişmiş ülkeler, tarihi dokularına dört elle sarılırken, bu denli köklü bir kültüre ve tarihi sürece sahip, her adımı tarih kokan ülkemizde; özellikle kültür başkenti seçilmiş olan İstanbul’da, hala bu tarz tarihi ihmalkârlıklara şahit olmak gerçekten içler acısı.
Her engelin bir çözümü var, yeter ki adım atılsın…
Konuyla ilgili olarak yerel yönetimlere daha fazla resmi söz hakkı verilmesi, tüm sorumluluğun Kültür Bakanlığı’na ait olmaması, devletin tarihi kalıntılara ve eserlere daha fazla bütçe ayırması şart… Özellikle sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin ve uluslararası örgütlerin birlikte çalışmaları, tarihi evlerin yok olmamasına öncülük edebilir.
Restorasyon maliyetleri, ilgili köşklerin ve evlerin işletmelere devredilerek, restoran, cafe veya otel benzeri hizmet sağlayan yerler olarak işletilmesiyle giderilebilir ya da bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının bu mekanları ‘yazarlar evi’, ‘vakıf binası’ benzeri sosyal toplanma ve yardım yerleri haline getirmesinin önü açılabilir. Benzer uygulamalar hem ülkemizde hem de tarihi değerlerini korumaya çalışan diğer ülkelerde mevcut. Konuyla ilgili tek sorun, gündeme yeterince taşınamaması.
Yalnızca müze açarak ya da çeşitli yayınlarla konuya ışık tutarak tarihimizi muhafaza etmek mümkün değil. Bugün Artemis Tapınağı’nın ülkemizde değil de bir Avrupa müzesinde sergilenmesi gibi, elimizde bulunan ve gelecek nesillere onurla bırakabileceğimiz, bize de emanet edilmiş tarihi evlerin gözlerimizin önünde yıkılmasını izlemek, kültürüne ve geleneklerine bu kadar önem veren bizler için bir utanç meselesi.
Unutmamalı ki; tarihimizi muhafaza edebildiğimiz kadar geleceğimizi teminat altına alabiliriz.