Seçim yenilgisini perdelemek için tam seçimden önceki hafta İstanbul’da seferlere koyulan yeni inşa edilmiş vapurlar Durusu, Göksu ve Küçüksu, çoğunluk tarafından beğenilmedi. Yüz yıldan uzun süredir stiliyle İstanbul ile özdeşleşmiş klasik yolcu vapurları, ilk etapta birkaç yıl önce sözde halkın oyuna sunularak modernleştirildi. Klasik vapur tipinden izler taşıyan, ama onunla pek de ilgisi olmayan vapurlar Beykoz, Beyoğlu, Fatih, Kadıköy ve Sarıyer, aynı seferi aynı zamanda kat ederek pek bir fark yaratamadılar hızlanan yaşam için. Fark, ödenen paradaydı. O günlerin parasıyla 10 milyona yakın liralar ödenerek yaptırılmıştı bu vapurlar. Oysa günümüzde vapur yolculuğu eski önemini yitirdiği için bu büyüklükte araçlara ihtiyaç da kalmamıştı. Son yıllarda ne zaman binsem iş saatleri dahil dolmayan, boş sefer yapan vapurlar tasarlanmışlardı.
Yerel yönetimimizde söz sahibi olanların kafası biraz karışık olmalı. Yenilenen veya yeniden yapılan iskele binalarında geçmişin çizgilerine özlem gözlenirken, yeni yaptırılan vapurlarda tersine günümüze daha yakın stiller göze çarpıyor. Böyle olunca da ilgisiz iki ayrı çizgi birlikte pek hoş kaçmıyor. Haliç seferleri için yapılan dolmuş motoru benzeri vapurlar Hasköy, Kasımpaşa ve Sütlüce araba vapurlarımız, hepsi birer ilginç örnek.
Sadabad, Sahilbent gibi tarihteki ilk örneklerinin ismini taşıyan, ama İstanbul’la hiç ilgisi olmayan çizgilerle tasarlanmış yeni araba vapurları, şimdi özelleşse de İBB’nin şirketi İDO’nun başlangıcından bu yana İstanbul’a yamadığı onlarca zevksiz deniz aracından birkaçı. Defter değerleri yüzde biri olan 60-70 yaşındaki büyükbabaları gibi aynı sürede geçiyorlar Üsküdar-Harem iskelelerinin arasını.
En son nesil üç vapur, farklı bir yanaşma şekli deniyor iskelelere. Araç vapurları gibi her iki yönden yanaşma olanağı ile yanaşma ve kalkışlarda manevra etmesi gerekmiyor. Buna karşılık, yanaşık kaldığı sürece dar bir cepheyi kapladığı için halatlarla bağlanması yeterli olmuyor. Onun yerine makine gücü ile sürekli iskeleye yaslanması gerekiyor. Kaptanlar, eskiden olduğu gibi yolcu iniş binişlerinde dinlenmek yerine sürekli dümende kalmak zorundalar.
İskele personelinin de işi zor. Çok değişik tipte vapurların yanaştığı iskelelerde halat babaları ve iniş biniş iskeleleri sürekli yer değiştiriyor. Gelişen teknoloji çağı bize klimayı armağan etse de onu doğru kullanmayı esirgedi. Her türlü ortak alanda klimaların eksik, yanlış kullanımı ve bakımsızlıkları nedeniyle sağlığımız tehdit altında. Aynı durum Şehir Hattı vapurlarımız için de söz konusu. Klimalı tasarlanarak üretilmiş bu araçlarda klimalar gerektiği gibi çalıştırılamıyor. O yüzden camlar eski gemilerde olduğu gibi buğulanıyor. Soğuk günde üşüyüp, sıcak günde terlemeye devam ediyor yolcular bu vapurlarda. Bir türlü kapalı tutulamayan güverte kapıları, klimaların yaydığı emisyonu artıran bir diğer etken.
İsviçre göllerinde artık hiçbirimizin pek hatırlamadığı o güzelim Güzelhisar sınıfı gemilerin yandan çarklı orijinalleri keyifle süzülürken, biz emanet aldığımız Boğaz sularında acayip tasarımları insanların gözlerini rahatsız eden vapurları yüzdürmek için para ödemeyi sürdürüyoruz. Eskilerini koruyamadık, geri dönüşüm uğruna can verdiler. Peki bugünkü olanaklarımız onların birer replikasını yapmaya yetmiyor mu?
Bize de bu kafa karışıklığı ve tasarım özürlülüğünün yakın zamanda giderileceği ümidini taşımak kalıyor.
Metin KELEBEK