Sevgili okurlar; bu hafta sizlere Ergenekon davası ile ilgili izlenimlerimi aktarmak istiyorum. Cuma günü ilk kez Ergenekon davasını izlemeye gittim. Gazeteci dostlarımız Mustafa Balbay ve Tuncay özkan’la “uzaktan” ve “bağıra bağıra konuşarak” sohbet etme olanağı buldum. Duruşmanın bir bölümünü izledim. Neler sorulduğunu, nasıl cevaplar verildiğini dinledim. Sanık yakınlarıyla görüşerek bazı sıkıntıları not etme şansı yakaladım.
Sanki sınır ötesi
Yıllar öncesinde Türkiye sınırları çizilirken, bazı köylerin yarısı Türkiye’de kalırken diğer yarısı da Suriye’de kalmıştı. Aynı köyün insanları aradaki tel örgünün gerisinde tutulur, akraba ya da arkadaşlar uzaktan bağırarak konuşabilirlerdi. Tel örgülere yaklaşmak yasaktı çünkü. Ergenekon davasının sanıklarıyla da aynı yöntemle konuşabiliyorsunuz. öyle olunca da bütün konuşmalarınız anonim haline geliyor, özel konu diye bir şey kalmıyor.
Tuncay Özkan’la konuşma
Duruşma salonuna girdiğimde, basın için ayrılan yere geçtim. Sanıklar gelmeye başladı. Sanıklar salona girer girmez, arka tarafa yönelerek yakınlarını görmeye ve bağırarak da olsa birkaç şey söylemeye çalışıyor. Sanıklardan ilk göz göze geldiğim Tuncay Özkan oldu. çok sevindiğini fark ettim. Havalandırmaya bile tek başına çıkan, kimseyle konuşma şansı bulamayan Tuncay Özkan sevgi ve muhabbet sözcüklerinden sonra hemen anlatmaya koyuldu.
Burası bir sirk gibi
“Can, yaşadıklarımıza inanamazsın” diye girdi söze. “Burası bir sirk gibi, neler soruyorlar anlatamam” diye devam etti. örneğin gözaltına alındığı gün evindeki ruhsatlı silaha da el konulmuş. Ama bu kayıtlara “Tuncay Özkan’ın evinde ele geçen silah ve cephane” diye geçmiş. Diyor ki “Soruyorum, kardeşim bu ruhsatlı silah, tabii bir de yedek şarjörü var, buna niye cephane diyorsunuz. (Haklısın) diyorlar, sonra kayda geçirirken yine silah ve cephane yazıyorlar.”
Suçunu bile bilmiyor
Tuncay Özkan’a en zor gelen şey ise “suçunun ne olduğunu henüz bilememesi.” Özkan “Her duruşmada ısrarla soruyorum, ama hâkim bana işaret parmağını uzatarak (Sen suçunu biliyorsun) diyor, böyle şey olur mu?” diye soruyor. “En çok Cumhuriyet mitinglerini sordular, ne kadar anlatsam yine anlamıyorlar” diyen Özkan “Defalarca (Ne darbe, ne şeriat, tam bağımsız demokratik Türkiye) dediğim halde (Hayır sen ordu göreve dedin) diyorlar” diye yakındı.
100 bin sayfa belge
Tuncay Özkan suçunu bilmemesine rağmen hakkındaki belgelerin 100 bin sayfayı bulduğunu belirterek “İnanılır gibi değil, ne var ne yok hepsini toplayıp getirmişler. Sadece telefon konuşmalarım 10 bin sayfa. Kiminle ne konuştuysam hepsini kaydedip yazıya dökmüşler, ama suçumun ne olduğunu söylemeye gelince ağızlarını açmıyorlar. Tabii yalnız değilim, buradaki birçok sanık arkadaşım da hangi suçu işlediklerini şu ana kadar öğrenemediler” diyor.
Tek kişilik hücre
Tuncay Özkan kollarını iki yana açarak “İşte beni attıkları hücrenin eni bu kadar, üç adım da ileri yürüyebiliyorum” dedikten sonra havalandırmada bile tek başına olduğunu anlattı. Özkan’ın kaldığı hücre henüz inşaat halindeymiş, üstte patlayan boru nedeniyle içeriye su dolmuş, duvarlar yosun tutmuş. “Neyse ki üç gün önce artık kendilerinin de vicdanı elvermedi herhalde, yandaki kuru hücreye taşıdılar beni” dedi. Balbay ise hiç olmazsa havalandırmada birkaç kişiyle birlikteymiş.
Mustafa Balbay’la konuşma
Tuncay Özkan’la bağıra bağıra konuşurken Mustafa Balbay da salona geldi. O da görünce çok sevindi. Anladım ki, hasretle aradıkları birçok gazeteci henüz Ergenekon’u izlemeye gitmediğinden, tanıdık bir yüz görünce onlar da seviniyor. Balbay ilk olarak “Can çok şanslısın, çünkü bugün izlediğin duruşmada sorulan sorular bugüne kadar sorulanların yanında en ciddi kalanları. öyle saçma sorular soruyorlar ki gülmek mi ağlamak mı lazım anlayamazsın” dedi.
Çok şaşırdım
Ergenekon duruşmalarının öğleden sonraki bölümünü izledim. Ben girdiğimde Levent Göktaş’ın sorgusu yapılıyordu. Tekdüze ve adeta sinirleri alınmış gibi bir sesi olan savcı art arda sorular soruyordu. “Falanla tanışıyor musunuz?” diye soruyor, sanık “tanımam, ama karşılaştık, bir iş konuştuk, sonra görmedim” cevabını veriyor. Savcı üsteliyor “Tanımam diyorsunuz ama bakın size kaç mesaj atmış” diyor. Levent Göktaş “İzah edeyim efendim” diyerek dosyasını karıştırıyor.
Kandil kutlamaları
Sonra dosyada aradığını buluyor. “Evet efendim işte” diyor ve cevap veriyor; “Söz konusu kişi bana şu şu şu şu tarihlerde mesaj atmış. Biri Regaip Kandili, biri Miraç Kandili, biri Kadir Gecesi.” Savcı “Peki, o zaman başka konuya geçelim” diyerek Göktaş’ın avukatlık bürosunda çalışan stajyer avukatın işe nasıl alındığını soruyor. Göktaş sakince verdikleri iş ilanını, başvuranlarla yaptıkları mülakatları anlatıyor. Savcı “tamam o zaman başka bir konuya geçelim” diyor yine.
Stajyerin önemi
İşe nasıl alındığı sorulan stajyer avukat önemli, çünkü Ergenekon’un ünlü 51 NO’lu diski bu stajyerin masasındaki bir dosyanın içinde bulunmuş. Ergenekon’un “bütün pisliklerinin!” içinde olduğu söylenen disk her nasılsa kırılmış ve okunamaz hale gelmiş. Ama okunamasa da içinde olduğu varsayılan bilgilerle onlarca kişi şu anda hapiste. Delil yok olmuş, ama kanaat hasıl olmuş yani. Artık sanıklar ne söylerse söylesin fark etmiyor, olmayan deliller delil kabul ediliyor çünkü.
En ciddisi buymuş
İşte Mustafa Balbay’ın söylediği bu. Yani izlediğim duruşmadaki sorular diğerlerine göre çok daha mantıklı ve düzgünmüş. O zaman diğer duruşmalarda sorulan soruların ne olduğunu anlayın yani. Gördüğüm kadarıyla mahkeme heyeti davayı bir an önce bitirmeye değil tam tersine çok uzun sürdürmeye kararlı. Zaten bu gerçek ortada. Yıllardır hapiste tutulanların çoğu henüz kendini savunmamış durumda. Sorguları da yapılmamış. Yattıkları yanlarına “kâr kalacak” anlaşılan.
Seçimlerden sonrası
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’la “bağırarak” konuşurken aklıma hep seçim sonrası geldi. çünkü ikisi de aday. Balbay’ın seçilmesi garanti gibi. Özkan’ın ise seçilme şansı çok yüksek. Yani 12 Haziran’dan sonra ikisi de tahliye edilebilir. Bu konuda engellemeler olacağını sanıyorum ama eninde sonunda çıkacaklar ve milletvekili sıfatıyla TBMM’ye gidecekler. Sonra da belki “Meclis Araştırma Komisyonu üyeleri” olarak Silivri Kampı’nı denetlemeye de gelebilirler.
Aileler çile çekiyor
Duruşmadan ayrılırken bazı sanık yakınlarıyla da sohbet ettim. özelikle aile fertleri görüşme kurallarından çok şikâyetçi. Tuncay Özkan’ın kız kardeşini görüşmeye sokmamaya başlamışlar. Yerine dede girmiş. Cezaevi yetkilileri “İnsanın çok kardeşi olur ama dedesi, ninesi bir tanedir, bu yüzden onlar görüşsün” demişler. Bu tür baskıların önceden olmadığını ama seçimler yaklaştıkça arttığı öğrendim.
Hukukun üstünlüğü
Başından beri Ergenekon Davası diye adlandırılan davanın bir “siyasi” dava olduğuna inanıyorum. Kimi kişisel suçlardan, kimi çeteleşmelerden yola çıkılarak, yaratılan bir “darbe paranoyasının” topluma dayatıldığını görüyorum. Nitekim duruşmaların seyri de bu kanımı güçlendiriyor. Eğer savcılığın elinde gerçekten somut belgeler olsa kararlar çoktan verilmiş olurdu. Oysa sudan bahanelerle, imzasız ihbar mektuplarıyla yüzlerce insana sadece ızdırap çektiriliyor, o kadar.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
Can Ataklı – [email protected]
15.05.2011